Kut Anlayışı Babadan Oğula Geçer Mi ?

Murat

New member
Kut Anlayışı Babadan Oğula Geçer Mi?

Merhaba dostlar,

Bu akşam sizlerle içimi titreten, kuşaktan kuşağa taşınan bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Belki siz de okurken kendi babanızı, dedenizi ya da oğlunuzu hatırlarsınız. Hani bazı şeyler vardır ya, anlatılmaz ama hissedilir; kut gibi, bir ruhun, bir mirasın, bir kaderin sessizce aktarılması gibi... İşte o duygunun peşindeyim bu satırlarda.

---

Bir Dağın Eteğinde Başlayan Hikâye

Yıllar öncesinin bir Anadolu köyü…

Karlı dağların arasında, sessiz bir vadide yaşıyorlardı: Hazar ve oğlu Arda. Hazar, köyde bilge olarak tanınırdı. Sözleri ağır, bakışları derin, elinin değdiği iş bereketliydi. Herkes onun içinde bir “kut” olduğuna inanırdı; Tanrı’dan bir parça, bir ışık gibi... Ama o bu gücün bir yük olduğunu bilirdi. Çünkü kut, bir taç değil, omuzda taşınan bir emanetti.

Arda ise babasının gölgesinde büyüyen genç bir delikanlıydı. Babasının sakinliğini anlamakta zorlanır, çoğu zaman onun kararlarını sorgulardı. Arda’ya göre hayat hızlı yaşanmalıydı; plan yapılmalı, strateji kurulmalı, sonuç alınmalıydı. Babası ise her şeyin “olduğu gibi” olmasına izin verirdi. Aralarındaki fark, erkeklerin çözüm odaklılığıyla kadınların duygusal sezgileri arasındaki fark gibiydi; ama ikisi de kendi içinde haklıydı.

---

Kutun Sessiz Öğretisi

Bir gün köy, uzun süredir yağmur görmeyince halk telaşlandı. Tarlalar kuruyor, çocukların gözleri korkuyla büyüyordu. Hazar ise yine sakindi. Köylüler onun yanına gelip,

“Bir şey yap artık, dua et, bir çözüm bul!” dediler.

O da sadece, “Kut susarsa, doğa da susar.” dedi.

Arda bu duruma dayanamadı.

“Baba, bu kadar mı? İnsanlar açlıktan kırılacak, sen hâlâ bekliyorsun!”

Hazar, oğluna dönüp gülümsedi:

“Beklemek bazen en büyük eylemdir, oğlum. Kut acele etmez, o zamanı bekler.”

Ama Arda sabırsızdı. Kendi başına bir plan yaptı; dağın tepesine çıktı, oradaki kutsal sayılan pınarı açmak için taşları yerinden sökmeye çalıştı. “Su gelmeli!” diye haykırıyordu. Ellerinden kan aktı, yüreği öfkeyle doldu. Fakat o gece pınar kurudu… Ve ertesi sabah köyü kara bir sessizlik sardı.

O gün Hazar, oğlunun yanına geldi, elini omzuna koydu:

“Bazı şeyler zorla alınmaz, Arda. Kut, alınmaz… yaşanır. O senin içinden doğarsa kalıcı olur, dışarıdan zorla alınırsa kaybolur.”

---

Bir Kadının Sessiz Bilgeliği

O sıralarda köyde bir kadın vardı: Elvan. Arda’nın çocukluk arkadaşıydı. Herkes onu “rüzgârın kızı” diye çağırırdı; çünkü nerede biri ağlasa, o hemen orada olurdu. Arda bir akşam ona dert yandı:

“Babamın sırrını anlayamıyorum. Herkesi anlamaya çalışıyor ama bana bir şey öğretmiyor.”

Elvan sadece gülümsedi:

“Belki de seni anlaması için önce senin anlaman gerekiyor. Sen kutu babanda arıyorsun, oysa belki de senin içinde yeşermesini bekliyor.”

Kadınların bu empatik yaklaşımı Arda’nın sertliğini yumuşattı. Günlerce düşündü. Belki de kut, bir erkeğin gücüyle değil, bir kadının sezgisiyle dengeleniyordu. Erkek çözüm üretir, kadın ise o çözümün kalbini taşırdı. Birlikte var olduklarında kut yeniden canlanırdı.

---

Fırtınadan Sonra Gelen Yağmur

Aylar geçti. Bir gece gökyüzü karardı, rüzgâr uğuldadı. Hazar köyün meydanına çıktı ve elini göğe kaldırdı. Arda, babasının yanında durdu bu kez. Susmadı ama konuşmadı da. Sadece onunla birlikte bekledi.

Ve işte o anda, yıllar sonra ilk kez yağmur yağdı. Gökyüzü, baba ile oğulun sessiz birliğini kutsar gibiydi.

Arda, babasına baktı; gözleri yaşlıydı.

“Baba… şimdi anlıyorum. Kut, kelimelerle değil, kalpten kalbe geçiyor.”

Hazar gülümsedi:

“Artık sen de taşıyıcısısın, Arda. Kut babadan oğula değil, anlayandan anlayana geçer.”

---

Kutun Mirası

Yıllar sonra Hazar göçüp gittiğinde, Arda köyün bilgesi oldu. Ama o babası gibi görünmek istemedi. O, kendi kutunu kendi renginde taşımayı öğrendi. İnsanlara sadece öğüt vermedi; onları dinledi, yanlarında yürüdü.

Bir gün küçük oğlu Eren yanına geldi,

“Baba, insanlar neden sana ‘kutlu’ diyorlar?” diye sordu.

Arda diz çöküp oğlunun gözlerine baktı:

“Çünkü baban, dedenin sessizliğini dinlemeyi öğrendi. Kut, babadan oğula değil, kalpten kalbe akar. Sen bir gün birinin kalbini gerçekten duyduğunda, işte o zaman kut sende de parlar.”

---

Forumdaşlara Bir Söz

Belki hepimiz bir şeyler devralıyoruz babalarımızdan; bir bakış, bir duruş, bir inat, bir sessizlik… Ama asıl miras, o sessizliğin içinde gizli olan kutu hissedebilmekte.

Erkekler çoğu zaman çözüm arar, kadınlar ise anlam.

Ama kut, ikisini de içinde barındırır:

Bir erkeğin stratejisiyle bir kadının sezgisini, bir babanın sabrıyla bir annenin şefkatini…

Peki siz ne dersiniz dostlar?

Kut sizce gerçekten babadan oğula mı geçer?

Yoksa hepimizin içinde, doğru zamanda uyanmayı bekleyen bir kıvılcım mı var?

Yorumlarınızı, kendi hikâyelerinizi duymak isterim.

Çünkü belki de hepimiz, aynı kutun farklı yankılarıyız…
 
Üst